Sitemize üye olarak beğendiğiniz içerikleri favorilerinize ekleyebilir, kendi ürettiğiniz ya da internet üzerinde beğendiğiniz içerikleri sitemizin ziyaretçilerine içerik gönder seçeneği ile sunabilirsiniz.
Zaten bir üyeliğiniz mevcut mu ? Giriş yapın
Sitemize üye olarak beğendiğiniz içerikleri favorilerinize ekleyebilir, kendi ürettiğiniz ya da internet üzerinde beğendiğiniz içerikleri sitemizin ziyaretçilerine içerik gönder seçeneği ile sunabilirsiniz.
Üyelerimize Özel Tüm Opsiyonlardan Kayıt Olarak Faydalanabilirsiniz
Ülkelerin en değerli kültür varlıkları arasında yer alan, bilim, sanat ve kültür araştırmalarında en otantik kaynaklardan olan yazmalar, el ile yazılarak meydana getirilmiş eserlerdir.
Papirustan deriye, pamuk levhadan kâğıda kadar uzanan bu yolda konumuz, kâğıt üzerine el ile yazılan eserlerdir. Hiçbir yazma eser, basma eser gibi birbirinin aynısı değildir. Çoğu kez ayrı ayrı kişiler tarafından tek tek yazılarak çoğaltıldıkları için, her biri bazen bilerek, bazen de bilmeyerek atlama, ilâve veya herhangi bir kelimenin yanlış okunarak yazıya geçirilmesi dolayısıyla farklılıklar arz eder.
İlk İslâm yazmacılığı, Hz. Osman’ın Kur’ân-ı Kerim’i istinsah ettirerek bir nüshasını Medine’ye, diğer nüshalarını da Kûfe, Basra ve Şam’a göndermesiyle başlar. İslâmiyet’te ilk yazmalar bu mushaflardır.
Daha sonra kitap yazmacılığı gelişerek Hadis-i Şerif, Siyer-i Nebi gibi eserlerin yanında şiir, dil, tefsir, tıp ve fıkıh konularında da telif ve tercüme eserler yazılmaya başlanmıştır. Yazının daha kolay okunması için, hicrî birinci asırda noktalama ve harekeleme işaretleri kullanılmış, hicrî ikinci asırda ise Halil b. Ahmed el-Farahidî tarafından, yazıya düzen getirilmiştir.
Çinli esirlerin hicrî ikinci asırda kâğıdı bulmalarıyla yazmacılık oldukça ilerlemiş, hicrî dördüncü asırda ise papirüs, yerini kâğıda bırakmıştır.
İslâm dünyasındaki yazma eser sayısı hakkında kesin bir sayı söylemek mümkün değildir. Bu konudaki istatistikler yaklaşık olup, kesin değildir. Sıralama yapılırken, dünyadaki Arapça yazmaların sayısı ile ilgili bilgi veren bazı kaynaklara güvenilmiştir. Buna göre en fazla Arapça yazma eser koleksiyonu bulunan ülkeler sırasıyla: Türkiye, İran, Mısır, Irak, Suudi Arabistan, Fas, Suriye, Tunus, Yemen, Pakistan, Afganistan ve Cezayir’dir.
Rusya, Azerbaycan, Türkmenistan, Özbekistan, Kırgızistan, Kazakistan, Tacikistan, İran, Çin, Hindistan gibi, Türklerin uzun süre hâkimiyet sürdükleri ülkelerde de çok sayıda yazma eser mevcuttur.
Türkçe yazmaların bulunduğu dünya ülkeleri ise şöyle sıralanabilir: Afganistan, Amerika Birleşik Devletleri, Avusturya, Belçika, Bulgaristan, Cezayir, Çek Cumhuriyeti, Slovakya, Danimarka, Finlandiya, Hollanda, Irak, İrlanda, İspanya, İsveç, İsviçre, İtalya, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Lübnan, Macaristan, Mısır, Polonya, Portekiz, Romanya, Suriye, Yugoslavya ve Yunanistan’dır. Sonuç olarak dünyadaki Türkçe el yazması eser sayısının 100.000 cildin çok üzerinde olduğu söylenebilir.
İslâm tarihinin ilk asırlarından itibaren pek çok Türk asıllı âlim önce Arapça, daha sonra Farsça ve Türkçe sayısız eserler yazmıştır. Mısır Kahire’de Daru’l-Kutubi’l-Kavmiye’de 5.000; Kahire Üniversitesi’nde 4.000 civarında; ayrıca sayıları kesin olarak bilinmemekle birlikte Fransa’da Paris Millî Kütüphanesi’nde (Bibliothèque Nationale); İngiltere’de British Museum ve Chester Beatty’de; İtalya Vatikan’da; Almanya Berlin’de ve Rusya Leningrad’da; Macaristan’ın Budapeşte İlimler Akdemisi ve Millî Kütüphanesi’nde çok sayıda yazma eser bulunmaktadır.
Bunlardan başka bazı yazma eser koleksiyonlarına az da olsa Nijerya, Filistin, Ürdün, Bangladeş, Kuveyt, Katar, Umman, Birleşik Arap Emirlikleri, Arnavutluk, Bosna – Hersek, Sudan, Çin Halk Cumhuriyeti, Rusya ve Ednonezya gibi ülkelerde de rastlanmaktadır.
İslamî yazmaların, Müslümanların yerleştiği her yerde ortaya çıktığı bir gerçektir. 0rta Asya ve eski Sovyetler Birliği’nin güneyindeki cumhuriyetlerde meydana getirilen yazma eserlerin bir çoğu eski İslam bölgeleri sınırları içinde olup, Türkiye, İran ve Hindistan ile bütün halinde, kültürel bir bölge teşkil eder, Bu bölgelerdeki yazma eserlerin meydana getirilmesi, Orta Doğu’dakilerden pek farklı değildi.
Çin ve Güneydoğu Asya, İslam kültürünü Orta Doğu ve Güney Asya’dan almakla kalmamış, aynı zamanda kendilerine has önemli İslamî edebiyatları meydana getirmişlerdir. Bu edebiyatlara ait eserler, hem Arapça hem de mahallî dillerde yazılmışlardır. Özellikle Güneydoğu Asya’da mahallî dillerde yazılan,edebiyatlar, birbirinden son derece farklı ve İslamiyetin yayıldığı bölgelerde benzersiz olan edebiyatlardır. Cava ve Endonezya’da sarayda gelişen edebiyat bunun güzel bir örneğidir.
Çinli Müslümanlar ana hatlarıyla iki gruba ayrılabilir: Çin Türkistan’ındaki Şinkiang’da bulunan Müslümanlar ile İslamiyete inanan, Çin’in diğer eyaletlerînde, büyük şehirlerde yoğun bir şekilde yaşayan Han Çinlileri. Birinci grup eski bir İslamî edebiyata sahiptir. Bu grupta çoğunluğu özel veya yarı özel koleksiyonlarda bulunan çok sayıda yazma eser mevcuttur. Koleksiyonların sahipleriyle onları koruyanlar, eserleri kıskançlıkla koruyarak hem Müslüman hem gayrimüslim olmak üzere yabancıların yazma eser koleksiyonlarının muhtevası hakkında fikir edinmelerine izin vermemektedir. Çin İslam edebiyatı hakkında çok fazla bilgimiz olmamasına rağmen, Çin’de bir Arap hat sitilinin geliştiği açıkça görülmektedir. Bu sitilde Çin hat sanatının bazı gelenekleri korunmuştur.Bunun için Çin’de yazılan Arapça, aslında Arapça olmasına rağmen, çoğu zaman Çince’ye benzer.
Çin Sitili Kur’ân-ı Kerim (Leiden Üniversitesi Kütüphanesi, 844 F19)
Arapça-Çince Çin sitili yazılmış yazma sayfası (19. yüzyıl)
Endonezya durum Çinde’kinin tamamen zıddıdır. Endonezya dil bakımından farklılıklar gösterir. Burada daha büyük çapta bazı İslami edebiyatlar ortaya çıkmıştır. Metinlerin sayısı göz önüne alınırsa Cavadilinde yazılan edebiyat en genişidir. Bunu takip eden edebiyatlar, Malay edebiyatı, Sundanese edebiyatı (Batı Cava) ve Buginese edebiyatı (Celebes). Özellikle Sasak edebiyatı (Doğu Lombok) ve Lampung Edebiyatı (Güney Sumatra) gibi daha küçük çapta birçok İslamî edebiyatlar da sayılabilir. Bu edebiyatların muhtevası kısmen herhangi İslamî bir edebiyat gibi olmasına rağmen, Endonezya’daki İslamî edebiyatlarda dikkate değer bir yerli unsur vardır. Bu unsur, Endonezya’daki İslamiyet öncesi döneme ait özellikleri ve gösteri sanatları gibi yerli unsurları kapsar.
Uygur alfabesiyle yazılmış Mirac-nâme
(MS Paris, Bibliotheque Nationale, Suppl. Turc 190)
Bu edebiyatlara ait metinlerin çoğunluğu oldukça geç bir tarihte, genellikle Klasik dönem sonrası ve modern dönem öncesi olarak nitelendirilen 16. yüzyıldan itibaren meydana getirilmiştir. Bunun sebebi islamiyetin bu bölgelerde oldukça geç yayılmasıdır. Cava adasında İslamiyetin yayılması 15. yüzyılın sonundan itibaren gerçekleşmiştir. İslamiyetin Cava’da yerleşmesi, bu adanın Avrupalılar tarafından keşfi neticesinde olmuştur. Bu bölgelerdeki yazma kültürü oldukça uzun süre devam ederek 20. yüzyıla kadar gelmiştir.
Endonezya’nın Aceh bölgesine ait yazma Kur’an-ı Kerim 19. yüzyıl
(MS Leiden Üniversitesi Kütüphanesi, Or. 14.314, s.405a)
Endonezyalıların kağıt ile tanışması ve yaygın bir şekilde kullanmaları muhtemelen 16. yüzyılda oldu. Bu dönemden önce her çeşit tabiî yazı malzemeleri kullanılıyordu. Bunların en meşhurları hurma yaprağı ve ağaç kabuğu kağıdıdır. Bu tabii yazı malzemeleri, çok az sayıda bazı bölgelerde hala kullanılmaktadır. Kağıt kullanımı hızla yaygınlaştı ve 18.yüzyılda kağıt en çok kullanılan malzeme haline geldi. Endonezya’daki İslamî edebiyatlar, İslamiyet öncesine ait eski alfabelerini çoğunlukla korumuşlardır. Bunlar genellikle Sanskrit alfabesjnden türetilmiştir. Bugün, Endonezya’daki bütün Islami edebiyatlar, Arapça metinler dışında Latin alfabesini kullanmaktadır. Sadece Malezya’da mahallî İslamî dillerin bazıları hala Arap yazısını kullanmaktadır.
Savahili dilinde Arap alfabesiyle yazılmış Kıssa-i Yusuf
(MS Berlin, Staasbibliothek Preussischer Kurturbesits, Or. 9893)
Bugün Endonezya’daki yazma eserlerin çoğunluğu Endonezya ve Malezya’da ve onların daha önceki sömürgecileri olan Hollanda ve İngiltere’deki kamu kuruluşlarında bulunmaktadır. Güneydoğu Asya’daki İslam’ın edebî mirasının büyük kısmı bu ülkelerin millî ve üniversite kütüphanelerinde bulunmaktadır. Bölgedeki özel koleksiyonların çoğu hakkında halen çok az bilgi mevcuttur. Bu edebiyatlar konusunda günümüze kadar ulaşan bilgi başlıca Hollanda ve İngiltere’de yapılan araştırmalara dayanmaktadır.
Güney Fas’ta Berberi dilinde yazılmış hadis kitabı
(MS Leiden Üniversitesi Kütüphanesi Or. 23.339)
İbn en-Nedim, çeşitli dillerden Arapçaya tercüme edilen eserler arasında “Kitabü’l-buzat li’t-Türk” adlı bir kitaptan bahseder. Bu eserin aslı Türkçe olabilir.
Milâdî 745 yılında Orta Asya’da kurulan Uygur Devleti, Türk kültür tarihinde önemli bir yer tutar. Bu devlet İran kültürünün etkisiyle Aramî alfabesini kabul etmiş, Türk dilinde tarihte ilk defa kitaba bağlı yazılı bir Türk edebiyatı meydana getirmiştir. Bu devlet döneminde Türkçe, bürokrasi dili haline gelmiş, devletin resmî yazışmaları Türkçe yapıldığı gibi, Sanskritçeden, Çinceden Türkçeye kitaplar tercüme edilmiştir. Uygurlar onuncu asırda batı komşuları Doğu Karahanlıları da etkilemişler, bu devlette yazışmalar Uygur harfleriyle Türkçe olarak yapılmıştır. On üçüncü yüzyılda Moğollar da devlet işlerinde Uygur asıllı kâtipler bulundurmuşlardır. Bu kâtipler vasıtasıyla Türk kültürü Çin’i, İran’ı, hatta Kore’yi etkilemiştir.
Kur’an dışında Arapça ilk kitaplar VIII. asrın başlarında; Farsça kitaplar ise, X. yüzyılda Samaniler döneminde meydana getirilmeye başlanmıştır. Bir rivayete göre, Kur’an Türkçeye bu yüzyılda çevrilmiştir. Günümüzde Meşhed Kütüphanesi’nde Gazneli Mahmud’un (öl.1030) annesi için çevrildiği bilinen Türkçe bir Kur’an tercümesi parçası vardır. Yine, onuncu yüzyılda Uygurların saraylarında Uygur harfli kitaplar görülür. XI. asırda Doğu Karahanlıların resmî dili Türkçe olmaya devam etti. Bu yüzyılda Kaşgar’da yaşayan Yusuf Has Hacib, 1069 yılında Türkçe manzum olarak “Kudadgu-Bilig” adlı önemli bir eser yazdı. Bu eserin biri Uygur ve ikisi Arap harfli üç yazma nüshası, günümüze kadar ulaşmıştır. Yine bu asırda Karahanlılar döneminde Kaşgarlı Mahmud tarafından, Türk dilinin zenginliğini göstermek amacıyla “Divân-u Lugati’t-Türk” adlı kitap meydana getirilmiştir. 1072-74 yılları arasına tarihlenen bu eser, Türk dilinin Arapça bir sözlüğüdür. Bu eserin bir nüshası halen İstanbul Ali Emirî Kütüphanesi’ndedir. Bu dönemin Türkçe yazanlarından biri de Edip Ahmed b. Ali Yüknekî’dir. Uygur harfleriyle “Atabetü’l-hakâ’ik” adında Türkçe bir nasihatnâme yazmıştır. Türklerin müslüman olmasında büyük etkisi olan Ahmed Yesevî (öl. 1166) de Karahanlılar devrinde yaşamış ve şiirleri “Divân -ı hikmet” adıyla bir kitapta toplanmıştır.
Selçuklular devrinde Harezm bölgesi iyice Türkleşmiş, burada Harezmşahlar devleti kurulmuştu. Bu sırada Harezm’de yetişen büyük âlim Carallah Mahmud b. Ömer ez-Zamahşerî (öl. 1144) Harezmlilere ve Türklere Arapça öğretmek için “Mukaddimetü’l-Edeb” adlı eserini yazmış, satır aralarında Arapça kelimelerin Türkçe tercümelerini vermiştir. Ahmet Yesevî’nin en büyük takipçisi olan Hakim Süleyman Ata (öl. 1186)’ya bazı eserler isnat edilir. Bunlar arasında “Bakırgan kitabı”, “Ahîr zaman kitabı”, “Meryem kitabı” vardır. Bu devirde Türkçe üzerine yazılan en önemli eser ise, müellifi Şemseddin Muhammed b. Kays olan “Tibyanu’l-lugâti’t-Türki ‘dir.
Anadolu’ya XI.-XII. yüyıllarda Türkler’in yerleşmesiyle Anadolu, İran, Suriye ve Irak’taki Selçuklu saraylarında, ordugâhlarda, Türk halkı arasında Türkçe konuşulmasına rağmen devlet, resmî yazışmalarında Arapça ve Farsça kullandı. Uzun süren savaşlar, Anadolu halkı arasında anonim Türkçe destanlarını meydana getirdi. “Danişmend Gazi destanı”, “Battal Gazi destanı”, “Dede Korkut destanı” bu gibi eserlerdendir.
Elimizde bulunan ve müellifi bilinen Anadolu’da yazılmış en eski kitap “Tuhfe-i Mubarrizî” adlı tıp kitabıdır. Müellifi, Harezm asıllı bir tabip olan Hakîm Bereket’tir. Bunun “Hulâsa der ilm-i tıb” adıyla Türkçe başka bir tıp kitabı da bulunmaktadır.
Anadolu Selçuklu Devleti’nin zayıflaması sonucu bağımsızlıklarını ilan eden Beylikler, devlet işlerinde Türkçe kullanılmasını teşvik ettiler. Bunlardan Karamanoğulları Beyliğinin başındaki Karamanoğlu Mehmed Bey, 1276 yılında Konya’yı ele geçirince devlet işlerinde Türkçe’nin kullanılmasını emretti. Anadolu’daki diğer beylikler de aynı yolu izlediler. 1299 yılında Osmanlı Beyliğinin kurulmasından sonra da Türkçe gelişti. XV. asırda Türkçe, Osmanlılarla batıda, Timurlularla doğuda bir bürokrasi ve ilim dili oldu.
XIII. asırda Anadolu’da Türkçe şiir de gelişti. Mevlânâ Celaleddin Rumî bazı şiirlerini Türkçe yazdı. Şeyyad Hamza, Hz. Ali’nin Salsal adlı bir dev ile yaptığı cengi anlatan “Salsalname”sini 1245 yılında yazdı. Sultan Veled’in (öl.1312) çeşitli şiirleri Türkçe idi. Önemli eserlerden biri de Hacı Bektaş Veli’nin (öl.1271) “Makalât”ıdır. Yunus Emre’nin (öl.1325 civarı) “Divan”ı; Ahmed Fakih’in (öl.1231) “Çarhnâme” adlı manzum eseri; ‘Ali’nin “Kıssa-i Yusuf”unu da hatırlatmak gerekir.
XIV. asırda Türkçe gelişmesine devam etti. Gerek Osmanlılar, gerek Anadolu beyleri Türkçe’yi korudular. Öyle ki, Orhan Gazi vakfiyesini Türkçe olarak yazdı. XIV. asırda Osmanlılar adına Türkçe yazılan ve Türkçeye tercüme edilen kitapların sayısı 40’tan fazladır. Bu devirde Türkçe kitap yazanlar arasında “Mantıku’t-tayr”ın mütercimi Gülşehrî; “Merzuban-nâme” ve “Kâbus-nâme” mütercimi Şeyhoğlu; “Garib-nâme”nin yazarı Aşık Paşa; “Mevlid”in yazarı Süleyman Çelebi; divan sahipleri Nesimî ve Kadı Burhaneddin; “Tevârih-i Al-i Osman” ve “İskender-nâme”nin müellifi Ahmedî; “Ferheng-nâme-i Sa’di”nin müellifi Hoca Mesud b. Osman; “Gülistan” mütercimi Seyf-i Serayî; “Gazavât-nâme” müellifi Dursun Fakîh; “Hulviyât-ı Şahî” müellifi Candaroğlu İsmail Bey; “Mukaddime-i Kutbuddin”in yazarı Kutbuddin İznikî; “Melheme” sahibi Yazıcı-zâde Salahaddin; “Envaru’l-‘aşikîn”, “Ahmediye” ve “Acaibu’l-mahlukât tercümesi” adlı kitapların sahibi Ahmed Bican ve Ahmed-i Dai gibi ünlü kişiler sayılabilir.
XV. asırda Anadolu’da Türkçe yüzden fazla eser yazıldı. Türkçe, bağımsız bir bürokrasi ve ilim dili, Arapça ve Farsçanın yanı sıra İslâm dünyasının üçüncü büyük kültür dili olmuştur. Bu asırdan sonra Türkçe telif ve tercüme, artarak sürmüştür.
XVII. asırdan itibaren Türkçe yazılan eserler Arapça ve Farsça eserlerden hiç de az değildir. Hemen hemen islam dünyasında yazılan her eserden, Türkçe eserler meydana getirilmiştir. Bunlar: din ve dil ilimleri, tarih, coğrafya, felsefe, riyaziyat, fizik, kimya, tıp, zooloji, botanik, sihir, rüya tabiri konulu ve ansiklopedik eserlerdir.