Sitemize üye olarak beğendiğiniz içerikleri favorilerinize ekleyebilir, kendi ürettiğiniz ya da internet üzerinde beğendiğiniz içerikleri sitemizin ziyaretçilerine içerik gönder seçeneği ile sunabilirsiniz.
Zaten bir üyeliğiniz mevcut mu ? Giriş yapın
Sitemize üye olarak beğendiğiniz içerikleri favorilerinize ekleyebilir, kendi ürettiğiniz ya da internet üzerinde beğendiğiniz içerikleri sitemizin ziyaretçilerine içerik gönder seçeneği ile sunabilirsiniz.
Üyelerimize Özel Tüm Opsiyonlardan Kayıt Olarak Faydalanabilirsiniz
Uygarlığın, bilimin, sanatın ve insanlığın gelişiminde en önemli buluş hiç şüphesiz yazıdır. İnsanlığın en büyük buluşu olan yazının bugünkü şeklini alması altı bin yıllık bir gelişmenin sonucudur. Yazının bulunuşu tarihçilere göre tarihin başlangıcı olarak kabul edilir. Yazı; duygu ve düşüncenin form, sembol, işaret ve harflerle ifade edilen, çeşitli materyallerle biçimlendirilerek farklı ortamlara kaydedilen, bir iletişim aracıdır. Mağara resimleri ile başlayan yazının serüveni Sümerlerin çivi yazısı, Mısırlıların hiyeroglif yazısı, daha sonra Finikelilerin fonetik alfabe yazısı ile gittikçe gelişerek İbranice, Arapça ve Latinceye doğru evrilmiştir. Böylelikle yazı bir uygarlıktan bir uygarlığa, bir ulustan bir ulusa geçiyorken bir yandan da kil tabletlerden papirüse, papirüsten parşömene, parşömenden kâğıda geçerek tarihsel serüvenine devam etmiştir. Bu süreçte her geçişte biçimleri ve uygulama yüzeyleri değişmiştir. Bilişim çağıyla birlikte kâğıt, kumaş gibi unsurların yerini cep telefonu, tablet, bilgisayar gibi unsurlar almıştır.
İlk insanlar başlangıçta yazmak yerine yaşadıkları mağaraların duvarlarına resim yapıyorlardı. Bu resimler zamanla gelişerek sade ve en basit yazı biçimi olan resimyazı halini almıştır. Doğrudan nesnenin resmi çizilerek, düşünceler resim ya da işaretlerle aktarılıyordu. İnsanlık topluluktan topluma doğru evirildikçe; gelişmiş, geliştikçe kullanılan işaretlerin sayısı çoğalmıştır. “Ayak” bir “ayak” resmi ile “geyik” bir “geyik” resmi ile anlatılmıştır. Milattan önce 3500 yıllarında Mezopotamya ve Mısır’da resimyazıların ilk örnekleri kullanılmıştır. Kazınarak, boyanarak mağara duvarlarına, kayalara yapılan resimyazılar insanın iç dünyasının bir nevi aynaya yansımış hali olarak yorumlanabilirdi.
Doğadan alınmış şekiller yan yana somut bir kavramı anlatırken resimyazı yeterli oluyor, ancak soyut kavramlar için yetersiz kalıyordu. Bu nedenle anlatılmak istenen düşünce için daha önce bir nesne resmi yeterliyken, soyut ifadeleri birden fazla nesne resmini yan yana getirerek veya bir eylem durumunu çizmek suretiyle hece alfabesine geçiş yapılmıştır. Somut şekillerle hal ve oluşları işaret etmek için yine somut şekiller kullanıldı. Bir güneş piktogramı yani basit çizgilerle oluşturulmuş bir güneş resmi, güneşi anlatmaktan öte sıcaklığı-gündüzü, ışığı anlatmak için kullanıldı. Örneğin; kol ve ay resimleri yan yana çizilerek soyut bir kelime “kolay “ yazılmış böylelikle her hece için bir işaret kullanılarak hece yazısı ortaya çıkmıştır.
Hece yazılarının sadeleştirilerek zamanla resmin, hecenin yerine baştaki sesin kullanılması ile harf oluşturulmuştur. Bu yönteme akrofoni denmektedir. Bu yöntem insanlığın alfabeye geçişinin ilk adımlarını meydana getirmiştir.
Sümerlerin uygarlığa en önemli katkıları çivi yazısı sistemini bulmaları olmuştu. Mezopotamya‘da başlangıçta tapınak yöneticileri tarafından hesap tutmak için hayvan başları, eşyanın şekilleri doğrudan hesap taşlarına, kil tabletlere çizilmiştir. Zaman ilerledikçe de bu nesneleri karşılayan terimleri gösteren ideogramlar kullanılmaya başlanmıştır. Önceleri dik duran resimyazı şekiller, yan ve ters sıralanmış, sadeleştirilerek ana hatlar kullanılmıştır. Kullanılan yazı kaleminin de ucu sivrilmiş, şekiller daha keskin ve net çıkmıştı. Bir hece yazısı olan Sümer çiviyazısı, her bir hece için belirli bir işaretin kullanılmasıyla meydana getirilmiştir. Yatay ya da dikey birbirine paralel çizgilerden oluşmuş her bir çizginin önündeki üçgensel katman küçük çivi şekline benzetilmiştir. Kil tablet yüzeyine ucu sivri kamışlarla çivi şeklini meydana getiren yazılar soldan sağa yazılmıştır.
Resim, şekil dizisi görünüşünde olan hiyeroglif yazı kullanıldığı 3000 yıllık dönem boyunca çok az değişmiştir. Resimyazının en tipik örneği Mısır Hiyeroglifi’dir. Bir varlığı anlatırken önce resim çiziliyordu. Daha sonra hece yazma aşamasına geçilerek bazı hecelerdeki sesler ayrı ayrı yazıldı. Yaklaşık 700 farklı sembol bulunan hiyeroglif yazıda, harflere karşılık gelen simgeler 24 tanedir. Önceleri yalnız taşlara kazılan hiyeroglifler, maden, ahşap, deri gibi çeşitli yazı yüzeylerine uygulanmış, bir süre sonra da boyalarla papirüse çizilmeye başlanmıştı. Hiyerogliflerin, bir çeşit kalem ve boyalarla papirüslere çizilmesinden dolayı şekiller sadeleştirildi ve kısaltıldı. Bu durum resimden daha çok şekle kaçan “hiyeratik” yazısını doğurdu.
Dünyada tek resimyazısı sistemine sahip Çin yazısı harflerden değil, sembollerden oluşmuştu. Milattan önce III. yüzyıldan itibaren Çin yazısının gelişmesiyle birlikte yazı araçlarında çeşitlenmeler olmuştu. Bu araçlar arasında çeşitli hayvan kemikleri ve iri ufaklı birçok ostrakonlar (çömlek parçaları) vardı.
Alfabe yazısını ilk meydana getirenler Fenikelilerdir. Fenike yazısı 22 sessiz harften oluşmuştu. İlk satırda sağdan sola, ikinci satırda soldan sağa birbirini takip edecek şekilde yazılıyordu. Fonetik yazı önce İbraniler ve Yunanlılar sonra Romalılar tarafından kullanılmaya başlanmıştı.
Milattan önce 9.yüzyılda Fenike yazısında olmayan sesli harfler Yunanlılar tarafından yazıya eklenince yazı gelişip kolaylaşmaya başladı. Bu harflerin ilkinin adı Alfa, ikincisininki Beta idi; bu iki harfin adını yazı sistemine vererek buna “alfabe” adını koydular.
Batı Yunan alfabesinden türetilen Latin yazısı, Roma İmparatorluğunun ulaştığı ülkelere yayılarak dünyada en çok kullanılan alfabe olmuştu. Zamanla batı kültürünün biricik yazısı haline gelen Latin Alfabesinin, şu türleri görülmektedir.
Capital (Eski devirlerde kullanılan büyük harf)
Rustika (Kitaplarda kullanılan süslü büyük harf)
Uncial (Kıvrımlı, yuvarlak majüskül, M.S. III, IX. yüzyıl)
Cursive (Çabuk yazılabilen, kolay iş yazısıdır ve daima sağ tarafa eğik yazılır.)
Minuscule (Küçük harf)
Arap Alfabesinin kökeni Nebatî yazısıdır. Nebatî yazıdan türeyen alfabede harfler bitişik yazılır. Sessiz harflerden meydana gelir. Harf şekillerinin benzerliklerine göre sıralama yapılır. Habeş’çe hariç bütün Sami diller sağdan sola yazılmaktadır. Bazı harfler kendinden sonra gelenle birleşir bazıları birleşmez. Bazı harflerin ortada sonda yazılışları farklıdır. Arap yazısı VI-VII. yüzyıllarda gelişerek sağdan sola yazılan 28 harfli iki tip yazı çeşidi; kufi ve nesih yazı oluşmuştu. Arap alfabesi sonra Aklâm-ı Sitte adını verdiğimiz altı çeşit yazı çeşidi ve talik yazıyla da yazılmıştı. İslâm devletlerinin gelişmesiyle Arap yazısının da önemi artmış Irak ve Ön Asya’ya yayılmıştı.
Hindistan ve çevresinde kullanılan Hint yazıları, hâlâ hece yazısı olarak kullanılmaktadır. Eskiden Hindistan’da iki ana tip alfabe kullanılırdı: Kharosthi ve Brahmi. Kök yerli olmakla beraber her iki çeşit yazı üzerinde de Sami yazılarının etkisi olmuştur. Kharosthi yazısı, M.Ö. III. yüzyılda kuzeybatı Hindistan’da Hint ve İskit Kralları tarafından kullanılmıştı. Sayısı yüzü aşan Hint, Tibet yazıları hep Brahmi kökünden doğmuş, yayılmıştı. M.Ö. III. yüzyılda Kral Asoka tarafından kullanılan Brahmi yazısı, iki koldan yayılmıştı.
Türklerde kullanılan yazıyı; İslâmiyetten önce ve İslâmiyetten sonra olmak üzere iki kategoride incelemek gerekir.
Milattan sonra VI-IX. yüzyıllar arasında Türkler; Göktürk Alfabesi ile Uygur Alfabesi olmak üzere iki çeşit yazı kullanmışlardır. Göktürk Alfabesinin en güzel örneği Orhun Yazıtlarında kullanıldığı için, Orhun Alfabesi adı ile de anılır. Dördü ünlü olmak üzere sağdan sola doğru yazılan alfabe otuz sekiz harflidir. Uygur Alfabesi de sağdan sola yazılır ve on dört harften oluşmaktaydı.
IX-XI. yüzyıllarda Türkler İslâmiyeti kabul etmekle birlikte Arap alfabesini de benimsemişlerdir. Başlangıçta Selçuklu yapıtlarında görülen bu yazı zamanla geliştirilerek Osmanlılar devrinde zirveye çıkmıştır. Arap yazısının ilk biçimi kûfi yazıdır. Arap hattatı olarak bilinen meşhur hattat Yakut-u Müstasamî altı çeşit Arap yazısı biçimi tespit etmiştir. Arap alfabesi Osmanlı döneminde önemli kurallara ve sadeliğe ulaşmıştır. IX. yüzyıldan sonra Aklam-ı Sitte adıyla anılan sülüs, muhakkak, nesih, rik’a, tevkiî ve reyhanî yazı çeşitlerinin egemenliği hâkim olmuştur. Hat sanatı ustaları; pirinç tanesinden kumaş, yaprak, deri, kâğıt vb. birçok yüzeye yazılar yazmaktadırlar.
1 Kasım 1928 tarihinde Harf Devrimini başlatan yasanın kabulü ile Arap alfabesinin kullanımı sona ermiş, yerine Latin Alfabesi temel alınarak oluşturulan “Yeni Türk Alfabesi” kullanılmaya başlanmıştır. Kabul edilen kanuna göre, alfabede 29 harf bulunmaktadır. Latin Alfabesi; Türkçede yer alan ş,ı,i,ğ,ç gibi harfleri tam olarak karşılayamadığından Yeni Türk Alfabesi’nde bu harflere yer verilmiştir.